26 Şubat 2020 Çarşamba

1 Şubat 2020 Cumartesi

En Büyük Aldanış


Mutluluk açlığı, mutluluk arandıkça var olur.
İstemek, mutluluğun en büyük düşmanıdır.

Budizm insanın sonsuz isteklerle kıvranan yapısını bilerek şunu söyler : "bir şey istemek her ne olursa olsun kötüdür." çünkü bir şey isteyen kişi, diyelim ki bir eşya olsun, bu eşyayı elde edemedikçe onun peşinde divane olacaktır. Diğer seçenek ise onu elde etmesidir. Didinerek elde ettikten sonra bu kez onu elde tutma sorunu doğar. Değerli bir şeye sahip olan insan bu kez onu diğer insanlara karşı korumalıdır. Daha da kötüsü vardır.

İnsan zamanla her şeyden sıkılır. Zamanla sıradanlaşmayan tek şey, zamanın kendisidir. Atasözü bile "bal yiyen baldan bıkar" der. Dolayısıyla, hem bir şeyi elde edememek hem de onu elde ettikten sonra korumak zorunda kalmak, sonsuz yoruculuktadır. Koruma riski yoksa, bahsettiğim gibi 'sıkılma' sorunu vardır. Sözün özü, bir şeyi isteme eylemi önünde sonunda acıyı beraberinde getirecektir.

Çıkar yol şükürcülük değildir. Şükretmenin yarattığı uçsuz bucaksız pasifliğe morfin bağımlıları gibi tutulmuş onlarca insan tanıdım. Kişi en azından neyi istediğine karar verebilir. Tabi isteklerinin kendisine ait olduğu adlı rüyasından hala uyanmamışsa. Çünkü kendi(!) isteklerinin peşinde savrulurken, ani bir uyanışla, yıllarca peşinden koştuğu şeyleri aslında hiçbir zaman istememiş olduğunu kendisine itiraf etmek zorunda kalabilir. Bu da onu biraz bile olsa daha kontrollü isteklerin çemberinde tutar. Daha akılcı, daha az hayalperest düşlerin çemberinde.

Bir yaprağın savruluşundan, rüzgarda delice sallanan bir ağaç aşamasına geçebilir kişi. Rüzgar onun istekleridir. Ağaç ne olursa olsun sallanacaktır. Fırtına gelirse, yani istekler bir çığ gibi kasırgalar oluşturursa, kişi çınar bile olsa kökünden sökülebilir. İşte istekleri arasında hayatta kalmaya çalışan insanın sonsuz çilesi. İşte acıyla baş etmek zorunda kalanların tek çaresi.

Aynanın içindeki "ben" hiçbir şey istemez. O aynalara hapistir. Kişi, aynadaki aksine benzemeye çalışmalıdır. Herkes 'mutlu kalmayı' arıyor. Ancak bilinmelidir ki insan ancak ve ancak sınırlı anlarda mutlu olabilir. Mutlu kalmak yerine mutlu hissetmek öncelendiğinde evreni duyumsamak olası bir hale gelebilir. Zaten mümkün olan tek mutluluk, göz açıp kapayıncaya kadar uçup gidendir.

Son bir söz daha varmış.

"Life is not the amount of breaths you take, it's the moments that take your breath away."

Her şeyi yutan Martı

Martıya ismini veren "seagull" tamlamasının içinde yer alan "gull" sözcüğü, bir temel anlamdan dallanan iki anlama sahiptir.

İlkin 16.yy'da beliren kullanımı, 'kendisine fırlatılan her şeyi yutan' demektir. Daha sonra "gull" sözcüğü metaforik olarak genişlemiş ve her lafa inanan yani yutan insan eşlenimiyle "ahmak, kolay kandırılabilen" anlamlarını kazanmıştır. Tabi semantik dallanmanın hiyerarşisi tartışılsa da bildiğimiz şey, etimolojide anlam genişlemeleri konusunda ilk olarak daima somut anlamların soyutlara öncülük ettiğidir. Martı kuşunun (seagull) pek çok şeyi yutması, yemesi bundandır.



Hatta midesinden en fazla çöp çıkan kuş türü de martıdır. Çünkü ayırt etme becerisi azdır. Ancak tüm bunlara rağmen martı harika bir hayvandır. Neden mi ?

Çünkü beynini martı midesine çeviren insan bile bu kuştan bir ders çıkarabilir.



-gak (martı sesi neydi yahu?)

"Protesto"

Yakın zaman önce, insanların zihninde yeni bir soru oluştu.

"Her ülkede protestolar var, devletler, hükümetler ve dünyanın gidişatı ne olacak böyle?"

Bu konuda Paris'te patlayan protestolar Avrupa basınının olaya yakınlığı sayesinde oldukça ses getirmişti. Ölen insanlar, yönetim karşıtı her direnişte olduğu üzere, şiddeti ve tepkiyi tırmandırdı. Etki doğurmayan bir tepki olmadığı için etki-tepki-etki-tepki kısır döngüsü de derhal yerini aldı. Daha sonra, zaten bir süredir devam eden Venezuela, onunla yakın zamanda patlak veren ancak onyıllardır zemini hazır olan Arjantin protestoları, geçtiğimiz 10 yılın kritik noktası olan Arap Baharı, Türkiye'de gezi protestoları, Irak'taki protestolar, sonrasında İran'daki derin krizle boğazına kadar daralmış olan İran halkının "diktatör defol" protestoları ve daha niceleri.

Bu örneklerin ortak noktalarını masaya yatırırsam bir şeyi rahatlıkla görebileceğimi biliyorum. Diğer tüm kalabalık ve güçlü protestolar gibi, bunlar da hükümet tarafından bir süre sonra el atılarak deforme edilmiş protestolar dizisiydi.


Protestolar ordu nizamı olmasa da bir düzenlilik gerektirir. Ancak dağıtılmaları çok zor değildir. Tarih boyunca her protesto ve ayaklanmada, kaosa hazır bir kitleyi yarım düzenden tam düzensizliğe götürmek, kendi düzenini öne çıkarması açısından yönetimler için birer fırsat olmuştur. Şöyle anlatayım. Yönetimler kendilerine karşı yapılan eylemlerde ağırbaşlı ve özellikle de son derece haklı protestolardan çok çekinirler. Bir şeyleri yakmayan, yıkmayan, yalnızca yürüyen ve sesini duyuran kitlelerden çok çekinirler. Çünkü bu tür hareketlerin sindirilmesi güçtür. Onları lekeleyecek bir şey bulunması gerekir. Türkçede "haklıyken haksız konuma düşmek" gibi kısa ancak derinliği fazla olan tatlı bir de sözümüz vardır.

politikaya giriş 101 mi?

Yönetimlerin bu gibi zincirleme eylemler dizisi için ihtiyaç duydukları şey, aslında son derece basittir.

Halkın arasına karıştıracakları tetikçiler ve paralı siviller.

Bunların görevleri, eylemleri kirletmek ve tüm ibreleri anında yönetimin / yerel belediyelerin ve nihayetinde içişleri'nin lehine çevirmektir. Bizim gezi parkı gibi bir protestomuz olduğu için birinci elden örneğimiz hazır. Yukarıdaki deyimi hatırlamak gerekir. Ne var ki hiçbir insan haklı durumdayken haksız duruma "bilerek" düşmez. Beyni iyi-kötü işleyen, bir şeylerin bilincinde olan ve haklarını kullanarak protesto gibi demokratik bir eyleme başvuran vatandaşlar bunun ayırdına varırlar.

Peki, nedir tetikleyici olan? Kimse (yürüyüşe geçmiş bir vatandaş), bir eylemin ortasında haklıyken gidip araba ya da koca bir otobüs yakmayacaktır. Gidip cam çerçeve indirmeyecektir. 75 iq sahibi insanlar bile hayatlarında tutarlı eylemler sergilemeyi amaç edinirler, yapamadıklarında bunun bilincinde olurlar. Emek karşılığında paranız ödenmiyorsa ve greve gidecekseniz, gidip sağa sola mı saldırırsınız yoksa bir megafonla derdinizi mi anlatırsınız? İşte tam da bu yüzden haklı protestoları lekelemek için, zaten karmakarışık olan insan grupları arasına yapay olarak yerleştirilmiş üniteleri serpiştirmek, çoban matına giden bir karardır.


SOLDA - Celali İsyanı liderlerinden "Hubyar Sultan" (baba) olduğu düşünülen kişi 


Protestoyu (tamamı düzmece olan protestolar da vardır) düzenleyen insanlar zaten öfkeli oldukları için ve işlerine / evlerine gidemedikleri için adrenalin doludurlar. Sonrasında, yönetim kolluk kuvvetlerine emir verir. Kolluk kuvvetleri birkaç protestocuyu sıkı biçimde döver. Yönetim ve sahte protestocuların işbirliği burada başlar. Dövülen kişi, bir yaşlı olur ya da gencecik + savunmasız bir genç kategorilerinden seçilir. Bu trajik linç sahnelerini, "aklı başında ve gerçek" protestocuların görmesi sağlanır. Sağlanır ki adrenalinleri salt öfkeye dönüşsün, fiziksel olarak daha dikkat çekecek bir şeyler yapılması gerektiği fikrine kapılsınlar. En azından karşı atak ya da polislere duyulan katıksız öfkeyi somuta döktürmek için yapılır bu.

Daha sonra dananın kuyruğunun koptuğu yer gelir. Yönetimin serpiştirdiği sahte (ve kendilerinden genellikle polislerin tamamının haberdar olduğu) protestocular, bu trajik sahneleri kullanarak gerçek protestocuları ateşlerler. "Bakın gençlere neler yapıyorlar, bakın yaşlıları dövüyorlar!" mesajı yayılır. Zaten halihazırda canı burnunda olan kalabalık artık eyleme geçmeye hazırdır. İlk eylemler de genellikle sahte ve yönetime ait siviller tarafından başlatılır. Durduk yerde bir araba, dükkan, bank, ağaç yakılır örneğin.

Bu büyük bir olaydır. Alakasız bir şekilde ve bir vatandaşa ait bir arabanın / halk otobüsünün yanması işi çığrından çıkarır. Protestocuların içinde bunu eyleme yakıştıramayan pek çok insan bulunur ancak sahte sivillerin eylemlerine yönelen ve gaza gelenlerin peşlerine takılırlar. Zira bu kişiler gözü pek kişilerdir, yönetim kabiliyetleri ve çılgınlıkları da fazladır. Derken durumu ne zaman yapıldığı belli olmayan barikatlar, ne ara ortaya çıktığı anlaşılamayan molotoflar ve hatta ilkel silahlar izler. Bir anda cam, çerçeve aşağı iner. Eylemin başıyla sonu artık birbirini tutmamaktadır. Bu öncelikle hükümet kolunun, yani polisin işine gelir. Hareketlerinin ölçüsünü "kaçırabilme" şansı tanımıştır başlarındaki yönetim ve sahte siviller onlara. Artık ölçüsüz darp ve ileri noktada sivil ölümleri için (gazi mahallesi olaylarını hatırlayın) tetik çekilmiştir (ethem sarısülük ve ali ismail korkmaz örneklerini de hatırlayın).




Son olarak, meydan artık kimlere kalmıştır? Kandırılan ve haklı olarak gözü dönen gerçek protestoculara ve sahte sivillerle polislere. Sahte siviller, bazen polis kanadında yer alıp doğrudan protestoculara da saldırabilirler. Polisin gözetiminde insan bile öldürebilirler. 2013 haziran'da, Eskişehir'deki sokaklar, Taksim'deki palalılar gökten zembille inmediler.

Sonra yönetimin en başı ortaya çıkmalıdır. Söylemesi gereken tek bir şey vardır.  "Görüyorsunuz, bunların derdi protesto değil. Yakıp yıkmak için buradalar." Fransa'daki yürüyüşler için aynısını Macron demişti bile. Daha sonra insan ölümleri ya da yaralılar artar. Kısa sürede çoğu protestocu geri çekilir; çünkü onlar yakıp yıkacak ya da polisle savaşacak kafada insanlar değildirler. Zaten bu çok zor bir iştir. Polis azalta azalta, değişimli olarak ve takviye alarak geriye kalan gözü kara protestocularla bir süre daha savaşır. Donanımları tam olduğu için işleri görece kolaydır.

Bir-iki hafta içinde kalanlar yorgun düşer, yaralanır ya da ölür. Bu esnada her gün aralıksız olarak protestoyu isyan ve ayaklanma çizgisine çekerek manipüle eden yönetimin farklı kollarından "İşte gördünüz, evlerinizi yaktılar, dükkanlarınızı yağmaladılar. Bunların düşünce özgürlüğü ile alakası yok" ekseninde düzinelerce açıklama gelir. sonuç ? Hem eylemin amacı itibarsızlaştırılmış, konu unutturulmuş, haklıların hepsi bir seferde haksız konuma düşürülmüş, halka karşı hedef gösterilmiştir hem de tüm hareket, isteneni vermemek için halka karşı soyut bir ölüm girişimi gösterilmiştir. Ne de ironiktir, halka karşı ayaklanan halk...

Protestoya katılanlar, hatta öncüler bile yıllarca "eylemi bozdular be, saptırdılar ya" gibi dünyadan bihaber laflar edeceklerdir. Belki de hayatlarının sonuna kadar nasıl uyutulduklarını göremeyeceklerdir.

Aklıma gelmişken, çiftçilerin katıldığı ve önü zor alınan Celalî isyanlarında bile, hasat alamayan çiftçiler vatana düşman gösterilmiştir. Tamı tamına    b e ş  y ü z  y ı l  önce.

-fin

İnsan

Öğrendikleri ve ezberleriyle burada.
“I think... if it is true that there are as many minds as there are heads, then there are as many kinds of love as there are hearts.”
― Leo Tolstoy, Anna Karenina

“The mind is not a vessel to be filled, but a fire to be kindled.”
― Plutarch

“Your mind is working at its best when you're being paranoid. You explore every avenue and possibility of your situation at high speed with total clarity.”
― Banksy

“The face is a picture of the mind with the eyes as its interpreter.”
― Marcus Tullius Cicero

“Biology gives you a brain. Life turns it into a mind.”
― Jeffrey Eugenides